e-ISSN: 3023-5979
Yayın Aralığı: Yılda 2 Sayı
Başlangıç: 2023
Yayıncı: Akademik Araştırmalar Derneği

Fıkhî İctihâdın Suriye Medeni Hukukuna Etkisi (1949-1961)
الفكر الاجتهادي وأثره في التشريع الإسلامي الأحوال الشخصية السورية ما بين عام (1949- 1961)

Fıkhî İctihâdın Suriye Medeni Hukukuna Etkisi (1949-1961)
الفكر الاجتهادي وأثره في التشريع الإسلامي الأحوال الشخصية السورية ما بين عام (1949- 1961)

Makale Yan Taraf

Nathir Adas
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi

Özet

Suriye’nin hâlihazırda yürürlükte olan mevcut anayasasında, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 23. maddesine uygun şekilde hükmedilerek devletin aileyi koruduğu ve evliliği teşvik ettiği hükmüne yer verilmiştir. Anayasadaki bu hükme binaen aile hukuku ile ilgili hükümleri düzenleyen bir kanun oluşturulmuştur. Suriye’de aile hukukuna ilişkin hükümler, ilk defa 1953 yılında Suriye Ahvâl-ı Şahsiyye Kanun’u ile yasalaştırılıp yürürlüğe konulmuştur. İslam fıkhına uygun bir şekilde hazırlanan, diğer bir ifadeyle İslam hukukuna dayalı olan bu Kanun’da, açıklayıcı hükümler içeren giriş kısmında belirtildiği üzere temelde dört sünnî mezhebin görüşleri esas alınmış, çok gerekli görüldüğü durumlarda İbâzî, Caferî, Zeydî ve Zâhirî gibi diğer İslamî mezheplerin görüşlerinden de yararlanılmıştır.
Suriye’nin kuruluş dönemde yasama hareketini yürütenler (yasa koyucular), bilimsel bir yaklaşımı ve aşamalı stratejilerden oluşan bir politikayı benimsemişlerdir. Fakat onların benimsedikleri bu yaklaşım ve politika, İslamî ilkelere dayalıydı. Zira onlara göre gayr-i İslamî kanunlar, Suriyeli ailelerin sorunlarına çözüm bulmakta yetersizdi. Bu sebeple İslamî esaslara dayalı bir kanun konulmalıydı. Nitekim dönemin Suriyeli yasa koyucularının bu düşüncede olmalarının gerçek arka planının bilinmesi, bu husustaki gerçekliği ortaya koymak açısından önemlidir.
1953 tarihli Suriye Ahvâl-i Şahsiye Kanun’unu oluşturan Şam Kadısı Ali Tantâvî ve onun hem Suriyeli hem de Mısırlı hukukçulardan oluşan çalışma ekibi, oluşturdukları Aile Kanunu’nda İslam hukukunu esas almış, kanunu başta Fransa olmak üzere Batılı kanunlardan uzak tutmuşlardır. Fransızların kanunları kendi sistemlerine uydurmak için bulundukları sistematik girişimlerine rağmen Tantâvî ve ekibinin bunu yapabilmiş olmaları, kuşkusuz onlar açısından üstün bir başarıdır. Nitekim yasama ile ilgili kapalı kapılar ardından planlanıp yürütülen soğuk savaşların farkında olan Tantâvî, bu hususta uyarılarda bulunmuştu. Çünkü o dönemde Suriyelilerin siyasi, sosyal ve dini durumlarına paralel olarak aşamalı bir şekilde Batı menşeli kanunlar yürürlüğe konulmaya başlanmıştı. Bu manada ilk olarak Ceza Kanunu, ardından Medenî Kanun uygulamaya girmişti. Ancak Tüm girişimlere ve entrikalara rağmen Suriye Ahvâl-i Şahsiyye Kanunu, yetmişli yılların başına kadar çoğu Arap ülkesinde örnek alınan bir sembol olarak kalmayı başarmıştır.
Suriye’de, 1930 yılında Fransa’nın onayladığı bir anayasa yürürlüğe girdi. Böylece Suriye Arap Cumhuriyeti bütün organlarıyla resmen kurulup modern dünya sahnesindeki yerini almış oldu. Fransa’nın Suriye ile ilgili verdiği uluslararası taahhütlere aykırı olmayacak şekilde oluşturulan bu anayasaya göre Suriye’nin yönetim biçimi sivil monarşidir. Başkenti Dımaşk’tır (Şam). Başkanının dini İslam’dır. Ülkede din ve mezhep özgürlüğüne saygı gösterilecek, mezhep ayrımı yapılmayacaktır. Mezhepsel inançlara ve kişisel haklara ilişkin hususlar muhafaza edilecek, dini ritüel ve öğretiler ile ilgili bir kısıtlama gidilmeyecek, herkes hiçbir muhalefete maruz kalmadan özgür olacaktır. Millet her türlü yetkinin kaynağıdır ve yasama yetkisi Temsilciler Meclisine aittir.
Amerikan Başkanı Wilson’un liberal emperyalizmin temelini oluşturan On Dört İlkesi’nden ilham alan bu anayasa, Arap dünyasının en demokratik anayasası olup Avrupa’daki demokratik ülkelerin anayasalarına benzer kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu anayasa, Fransız anayasasından açıkça etkilenmiştir. Nitekim bir yasama kaynağı olarak İslam hukukundan ve ülkenin resmi dini olarak İslam’dan söz etmemesi bunu göstermektedir.
1930 Suriye anayasası, Menâr Dergisi’nin sahibi olan Muhammed Reşit Rıza’nın gözetimi/kontörlü/danışmanlığı altındaki bir komisyon tarafından oluşturulmuştur. Reşit Rıza ise Muhammed Abduh’un öğrencisi olup onun yenilikçi ekolunun en samimi mirasçıdır. İslam hukukuna olduğu gibi uymak yerine İslam’ın temel ilkeleri ile uyuşan bir yönetim biçimini benimsemiştir. Bu açıdan reformist hareketlerin öncülerinden sayılmaktadır. 5 Eylül 1950 yılında, Amerikan eğilimli Edip Çiçekli döneminde bağımsızlık anayasası olarak anılan yeni bir anayasa yürürlüğe girdi. Bu anayasayı oluşturan komisyon, Avrupa ülkelerinde yürürlükte olan dönemin anayasalardan daha iyi bir anayasa oluşturma gayretini gütmüşlerdir. Bu anayasa oluşturulurken devletin resmi dini hakkında derin tartışmalar yaşanmıştır. Ancak sonuçta çoğunluğun Müslüman olması göz önüne alınarak sadece yönetim şeklinin temsilî demokrasi olmasına bağlı olarak sembolik bir konumda bulunan devlet başkanının dininin İslam olması kararlaştırılmıştır. Bu anayasada İslam hukuku yasama kaynağı olarak tanınmakla birlikte önceki anayasada olduğu gibi yegâne merci kabul edilmemiştir. Müslümanlar Arap ve Arap olmayan milletlere, dolayısıyla milliyetlere ve etnik kökenlere ayrılmıştır. Osmanlı Devletinde benimsenmiş olan İslam birliğine alternatif olarak Arap birliği esas alınmıştır.
Küresel bir kampanya neticesinde oluşturulan ulusçu/milliyetçi esaslara dayalı bu anayasa, Müslümanlar arasında aydınlanma ve reformizim söylemleriyle ortaya çıkıp yasaları sömürgecilik ideolojisiyle tutarlı hale getirme amacını güden hareketlerin ortaya çıktığı bir evrede oluşturulmuştur. Oldukça manidar olan bu durum ise söz konusu anayasanın hangi saikler ile oluşturulduğu hususunda derin bir araştırmanın yapılmasını gerektirmektedir. Şu ana kadar aktarılanlardan görüldüğü üzere belgelere dayalı tarihi veriler, yirminci yüz yılın ortalarının büyük değişimler ile dalgalanmalara tanıklık ettiğini göstermektedir. Bunlardan en önemlileri arasında modernitenin dini inançların ve geleneklerin statüsüne ilişkin denemeleri yer almaktadır. Toplumların modernite deneyimlerinin şekillenmesinde dinin önemli bir rolü olmuştur. Söz konusu rol hala da devam etmektedir. Bu hususta 1950’li yıllar; askeri, siyasi, entelektüel, toplumsal değişimlerin yanı sıra darbelerin ortaya çıktığı en kritik dönemlerden biri olarak kabul edilir. Sözünü ettiğimiz değişimlerden biri, tohumları Fransız Mandası döneminde atılan din ve modernitenin karşılıklı etkileşimi ile kadın haklarına ilginin artması ve kavramların Fransız düşüncesine uygun olarak değiştirilmesidir. Başka bir değişim de Aile Kanunu’nun 469 ve 470. maddelerinde hükmedildiği üzere din âlimlerinin din adamları olarak nitelendirilmesidir.

Makale Detayları